Bâzı hallerde önümüze çıkıveren bâzı sözler, işte bunu ancak bir peygamber söyleyebilir dedirtir.
“- Bir saat adâletle hükmetmek, bin yıllık ibâdetten üstündür” meâlindeki Hadîs-i Şerif onlardan biri.
Yüzyıllardır eskimeyen pörsümeyen bir ilke.
Bilakis, zamanla değeri artıyor.
Modern zamanın medeniyet nâmına acıma ve insaf duygularından mahrum siyâsetine söylenecek ilk nasihat bu!
Vahşet, yüzbinlerin milyonların katli, sefâletlerinden yararlanılan milyarların emeği, teri, kanı, canı üzerine kurulu refah toplumları!
“Yetimin başı okşamak…” bize ne derece uzak… Hayır hayır biz uzağız… Biz, yetim başı okşamaktan değil , insanlıktan uzaklaştık!..
Şu, şiirin zirvelerinde dolaşan gazelin sahibi, henüz bir adâlet medeniyeti olarak ayakta duran bir 17. YY Osmanlı şâiri olarak konuşuyor:
Bir devrde geldük ki azîzân unutulmuş
Tutmuş yerini hurd u büzürgân unutulmuş
Gitmiş nemeki mâ’ide-i hân-ı vefânun
Âlemde hukuk-u nemek ü nân unutulmuş
Kalmış ser-i meydân-ı mahabbet tek ü tenhâ
Zen-tâb’lar almış yeri merdân unutulmuş
Nâ-dânlık olub mu’teber ebnâ-yı zamânda
Hattı bozulub nüsha-i irfân unutulmuş
Olmuş o kadar halk-ı cihân mekrde üstâd
Kim sâbıka-i şöhret-i şeytân unutulmuş
Halk açmadadur birbirine pençe-i târâc
Ahkâm-ı Hudâ ma’nî-i Kur’ân unutulmuş
Nâbî kimi görsen yürüdür hükmünü nefsün
Hakk’ın bize gönderdiği fermân unutulmuş
Nâbî sağ olsa, bugünkü tablolara dayanıp da hâlâ şiir söyler miydi acaba?
Bu söylediklerinden utanıp, sözünü geri mi alırdı?
Bırakın şiiri, şeytanı kahredecek pişkin riyâlar, insanlığı tüketen bencillikler, şiirin yerini ye’is ve umutsuzluğun doldurduğu diplomatik toplantı tablolarındaki çağları donduracak soğukluktaki yüreksizliklere uğunup kalır mıydı?
*
Eğer aramızda birileri, hâlâ bir çocuğu güldürmeyi başarıyorsa bizde hâlâ umut vardır…
Şûrâ 30: “Başınıza gelen herhangi bir musibet ellerinizle işlediklerinizden ötürüdür. O, yine de çoğunu affeder.”
(Bekir Sadak meali)
*
Hayırlar, merhamet ve civanmertlik diliyorum yârenler…