Başlangıcımız gibi sonumuz da bu kürede… Bu apaçık bir yalın gerçek!
Topraktan olmaklığımız her lokmamızda devam halinde. Aynı havayı teneffüs ediyor, birimizin verdiğini diğerimiz alıyor, hepimiz aynı ihtiyar suyu içiyoruz.
Beden malzememiz kâinatla yaşıt, ruhumuz Nefha-i İlahi olmaklığı sebebiyle, o da Hakk kadar kadim bir geçmişe zimmetli…
Hz. Mevlânâ bir eserinin adında fevkalâde uyarıcı bir mesaj vermişti:
Fîh-i Mâ Fîh!.. Yani, “İç’in içinde”…
Bu açık tabloya rağmen yabanclık ve düşmanlık üretebilmemiz, dar çevremizdeki çoklu ortamın yarattığı illizyonla, kesretteki büyüyü kırıp vahdeti göremeyişimiz müthiş bir körlük!
Garâbet içre garâbet…
“Uyanma” yanmaya bağlı; ayrılıklar, öznel zaaflarımızdan kaynaklanan sınırlamaların, yani ad verme(ad urma=ayırma)lerin eseri. Adı başka olunca kendini de başka sanıyor insanlar. Sanki doğumunda değişik bir ad verilse itiraz edecekmiş gibi.
*
Madem: “Kendini bil!” sözü üzerinde bu derece yaygın bir mutabakat var, demek ki bizim “kendiliğimiz”e dair algımızın yanlışlığı hakkında da bir mutabakatımız var demektir.
O halde ayağa kalkıp “ben, ben” diyen bu toprak, bu “uyanışı” nasıl elde etmiş?
Bizde yaşayan kim? Mâhiyeti ne?
Bu iğreti kimlik adına yapıp etmelerimizin hesâbını aslında “kim”, “kime” , “nasıl” verecek ve böylece tüketilen ömrün telâfîsi nasıl mümkün olacak?
*
Huzur nedir?
Kimilerine göre refâha, kimilerine göre İbâdetlere, dinî şartları îfâya, kimilerine göre tanınmaya-bilinmeye, güçlü olmaya bağlı huzur… Böyle böyle bir yığın şart sayıyorlar, öndercilik oynayanlar.
Bilakis, ya huzur o ihtirasların terk edildiği, “ben” dâvâsının yerini, tefekkürle Hakk’ın hayâtını seyr ve saygının aldığı “O’nda olma duyuşu”ndan başka bir şey değilse!..
Ateşimizi söndürmeden emâneti teslim edebilmek!..
Belki, huzur o sayılan şartlar sebebiyle buharlaşıyor!
ZÂTen(zâtı itibârıyle) öyle olanı kabullenmek!
Zor mu?
🙂
Hayırlı sabahlar efendim.