“Hasret” ile “hüsran” kavramları kardeş kavramlar… Asr Suresi’nde “Asra yemin” edilerek, “insnın hüsranda” bulunduğu söyleniyor.
Müfessirler burada “insan” kelimesindeki genel muhatap alışa dikkat çekerek, aslında kasdın “insanlık” olduğunu söylüyorlar.
Yani bu “hüsran, insanlığın çok büyük bir kısmı için vaki demek…
Uzakta kalmak!
Neden, kimden uzakta kalmak?
İnsan kendi gerçeğine uzak! Kendi özündeki aslî öznesine hasret!
İlk anda tuhaf görünüyor tabii.
Kendi gerçeğine hasretmiş! Gene Kur’an ifadesiyle “şah damarından daha yakın olan”a uzaklık!..
Her şeyleri biliyor da insan, kendine cahil!
Ama bu ilginç hal ne yazık ki gerçekten de insanlığın büyük ekseriyeti için böyle.
“Hariç” addettiğimiz “dışarısı, bizim tatmin aradığımız yer. Oysa bize en fazla lazım olan “kimse” gene biziz, yahut bizde.
İnsanlığın düşünce tarihinde en eski söz sahiplerinden beri “kendini bil”, “kendine gel”, “nefsini bil”, “ölmeden öl”… gibi ifadelerin genelliğine bakılırsa bu “kendine yabancı” olmaklık da insanlık kadar eski bir “hastalık”.
Evet evet! Bu, en yaygın ve tüketen insanlık hastalığı…
Hacı Bayram Hz.’nden kalan şu pırlanta mısralar merhem gibi bu ezelî derde:
Bilmek istersen seni,
Can içre ara canı.
Geç canından bul anı,
Sen seni bil, sen seni.
Kim bildi efalini,
Ol bildi sıfatını.
Anda gördü zatını,
Sen seni bil, sen seni.
Görünen sıfatındır,
Anı gören zatındır.
Gayrı ne hacetindir,
Sen seni bil, sen seni.
Kim ki hayrete vardı,
Nura müstağrak oldu.
Tevhidi zatı buldu,
Sen seni bil, sen seni.
BAYRAM özünü bildi,
Bileni anda buldu.
Bulan ol kendi oldu,
Sen seni bil, sen seni.