Îtidal Adâlet Hakikat…
İslam’da “itidal” temel değerdir. İtidal dengede durmak demek. Celal-Cemal dengesi, dünya-ahret dengesi, hayır-şer dengesi, ruh-beden dengesi, akıl-gönül dengesi, tenzih-teşbih dengesi, ubudiyyet-uluhiyet, kulluk-risalet, velayet-nübüvvet, hizmet-ibadet… Hep denge, daima itidal… İtidal de “ADALET” halinin muhafazası demek.
Anlama, öznedeki iman ve ahlaka tabidir. Eğer bu izafetten tereddüdümüz yoksa, Hakikat’e dair bildiğimiz ne varsa bu izafetlerden sözdüklerimizdir, deyip yürüyeceğiz…
Şimdi asıl konu şu: En ideal “anlama” hangi hal ile olur?
İtidal asıl ise, Hakikat’i “adalet”te arıyacağız. Adalet ne kadar dinamik bir değerse, Hakikat de o ölçüde canlı olmak zorundadır…En ideal anlama da işte bu “arada olmaklık” halinin şuurunda durabilmek…
Elbette gaddar avcı veya kölelerinin kan ve teri bahasına elde edilmiş konforun içindekilerle bu bahisi konuşamazsınız, onların bulunduğu “taraf”tan sizin “hakikat” dediğiniz cevhere varılamaz!.
Hz. Yesevî dedemizin deyimiyle: “Garibin halini gene garip anlar’mış.”
O “garip”, o itidaldeki kimse, bir mü’mindir bugün. Adaletin kuruduğu mahallerin adı ne kadar İslamî, ne kadar tasavvufî görünürse görünsün, muktedir zalimlerin ayak bastığı yerlere karşı daima müteyakkız olmakta arıyacağız farzı, sünneti, adaleti, Hakikat’i! vs…