Ne vücudumuz ne hayat seyrimizde dahli olamıyan bu nefslerin, zavallı bîçâreliklerine rağmen şişinip durmaları göz önündeyken, hâlâ özündeki ‘Varlık Cevheri’ne kayıtsız isyanlar!..
Mülkiyet dâvâları, hakimiyet sancıları…
Sevgilerini mülkiyet gerekçesi sanmaları… Daha fenası tahakküm hırslarını ‘sevgi’ sanmaları…
Yani asıl sabır, ‘Özümüzde Duran’ın bizdeki kesret gafletinin derinliğine sabrı, şehvetine sabrı, maddileşme çılgınlıklarına sabrı!..
‘Yalnızlık’ denen çürütücü duyuş, kendindeki Hakk’ı bulmamışlıktan başka bir şey değil… Bunu itiraf edebilsek, taklit kumkuması zihinlerimiz sendeleyip, belki ‘anlama’ eşiğini atlıyacak ve o ‘Anlayan Özne’ hakkında bir sevinçli müjde hissine gark olacaklar…
Yalnızlık denilen şeyin, ‘Huzur’daki mutlak saadet’e dönmesi, o ‘anlamanın kudreti’nde saklı!..
Anladıkça, keşif sevinçleriyle, iç aleminde o Hakkani keyfiyet lehine çoğalsan. Yalnızlığını Tevhid’in emsalsiz güzellikleri ve bitimsiz ufuklarında seyahat imkanı haline getirsen…
Asıl ‘hüsran’, nefs vehmine varlık atfetmek, buradan kaynaklanan çürütücü biçarelik…
Yani yalnızlığını ilan edip duranlar, aslında nefs esaretlerini, hüsranda olduklarını, öz gerçekliklerini yani Hakk’ı kabul edemediklerini itiraf edip duruyorlar!
O halde burada durup, bir de modern insanın yalnızlığını; bir ilahi operasyon, kendimizdekine ünsiyet teminini mecbur kılan, beşer ölçeğinde bir Cebbar müdahalesi, hikemî tasarrufu gözüyle görmeyi, fikretmeyi denesek!
Daha nasıl söylenir bilemedim.