Bugün bir aziz “ağabey”, oğullardan torunlardan bahisle, bıkkın bıkkın “çok şükür”! diyordu… Belli ki onların varlığı o dostumuza bir şey eklemekten uzaktı!
Ona dedim ki: “Sevgili güzel ağabeyim, insanın kendinden başka malikiyeti yok! Onunla da barışık değilsen, kıyamet kalabalığında bulunsan ne ifade eder? Yalnız ve mutsuzsun! Barışık isen de, dağ başında bir başına kalsan bile, yalnızlıktan türediği sanılan kahırlı ve zehirli hava senin semtine dahi uğrayamaz.
Ken’an Rifâî Hz.’nin kavlince: “İnsanın benim diyebileceği sadece iki şeyi vardır. Birisi gönlü, öteki zamanı!” O zaman o gönülle barışmaya yaramadıysa o kimsenin saadette olması muhaldir!..
Yahut, inatla Hakk’ı teslim edip, Hakk demedikçe “yalnızlık acılarımız” asla tükenmiyecek…
“Haksız” olmak, Hakk’dan mahrumiyet, bâtılda inat iken orada “huzur” bulunabilir mi?
Hele “Rahmet Kapısı”nda Hakksız kalmaktan titremek lazım…