“Anlamak”, kendi vicdanımızdan başlayıp en geniş çerçevede varlık ve Allah’a kadar “barışma”nın tek yolu. Ancak anlarsak barış akdimizi yapıp, “belî” sözümüzü hatırlar ve tutabiliriz…
Anlamak ise ben merkezli bir kilitlenme ile istenen vüsate çıkamıyor. Sevgi ve sevginin getirdiği feragatli bir yüksek bakışla anlamak lazım. Anlamak, nisbetlerini genişletmek, kişiliğini büyütmek de demek. Anlamakla hissemize düşen Rahmaniyet’in bilincine varıyoruz. Hissemize düşen beden, sağlık, aile, çevre, iş, cinsiyet…vs. nin Rahman’dan bize isabet eden tecelliler, Rubûbiyyet olduğu görülmeli tabii. Yoksa bencilliğin sıkılaştığı, yoğunlaştığı anlamaların daralma ve sıkıntı sonucu verdiği, kavgayı ateşlediği insan adedince tecrübe edilegeldi.
Öyle bir “anlamalı” ki, bu anlamayla bedenimizde ve bütün muhitte ortaya çıkan “Tevhidî Gerçek”le, Rahmaniyyet’le buluşmalı insan. Şikayetin yerini huzur, kendini suçlamalardan başlayan kavgaların yerini barış, sükunet, saadet ve şükür alsın. Şükür alsın ki, “Rızâ” doğsun şükrümüzden… / Sait BAŞER