Sait Başer, “Almak – Vermek”, Damlalar, Ramazan Dergisi 26, Tercüman, İstanbul, 08.05.1988
“Bugünün Batı’sı,sömürgeler, köle ticareti, emperyalist faaliyetler eseri sayılabilir. Biz hep verdik. Dost da düşman da alnımıza leke süremez”
Batı ve Doğu medeniyetleri arasındaki fark belki iki kelimeyle özetlenebilir: Almak-vermek.
Birisi aldığı, kaptığı ölçüde kazandığını sanır.
Ötekisi ise verdiği nispette kazandığını, büyüdüğünü bilir. Birisi alan, sömüren, öteki ise veren, bağışlayan iki felsefe…
Belki de bugünün Batı’sı, sömürgeler, köle ticareti, emperyalist faaliyetler eseri sayılabilir.
Biz hep verdik. Dost da düşman da alnımıza leke süremez.
Alan el olmak istemedik. “Veren el alan elden hayırlıdır” buyruğunu öylesine benimsedik ki, çocuklarımızın oyunlarına kadar soktuk. “Lâdes” aslında vermek esasına dayalı bir oyundur, “Nisan Bir” şakasından ne kadar farklı.
Vermekle nefsimizden verdiğimizi, ruhaniyetimizin kuvvetlendiğini milyon kere tecrübe etmiştik. Çünkü hizmet anlayışımızı buna göre şekillendirdik. Dilimizi buna göre kurduk. “Tapmak” kelimesinde olduğu gibi.
Eski Türkçe’de bu kelime hem hizmet, hem de ibadet mânâsına gelirdi. Hizmet ve ibadet mefhumlarını ayırmak ihtiyacını duymamıştık. “Tapug” hem kulluk, hem hizmet, hem de devlete itaati belirtirdi. Hatta Tanrı’nın rızası da “Tanrı’nın kulu taplaması” şeklinde ifade edilirdi.
Hazret-i Ali, “İlim bir nokta idi onu cahiller çoğalttı” derken ne kadar haklı…
Almak ve vermek… İki medeniyeti ayıran iki büyük mefhum.