Sait Başer, ”Gül’leme…”, Damlalar, Ramazan Dergisi 15, Tercüman, İstanbul, 29.04.1988
Cümle âlem sırt dönse de, aşk âlemi sırlansa da Gül’ün mâcerâsını yâd edecek bülbül bulunmaz mı sanırız? Bulunur!
Zaman dehlizlerinde gümbür gümbür çalınan kös beynimizde pek vesveseli de olsa,
Biz, Peygamber’in gülbanki nasıl buldu Veysel’i ? diye sorular, sorular da sorsak, bir vefalı yâr, bir bülbül-i şeydâ vardır elbet!
Ümmî Sinan derler bir derviş var imiş. Okuma yazma bilmez diye ümmî lâka-, bını vermişler. Vermişler ama bu Ümmî Sinan kendi kitabını okumayı öğrenmiş, okumuş okumuş da sonra çağıl çağıl söylemiş. Gönlünü, sevdasını bir güzel dillendirmiş, cihânı güle vermiş:
Gül alırlar gül atarlar
Gülden terazi tutarlar
Gülü gül ile tartarlar
Çarşı pazarı güldür gül
Gülden değirmen döndürür
Yine gülden gül öğüdür
Akan arkı dönen çarkı
Bendi pınarı güldür gül
diye… Ümmî Sinan’lar biter mi?
Zaman içinde aşk ve hikmet meşalesi yere düşer mi?
Cemaat bölük bölük de olsa, Kesretinden vahdet çıkarmayı, birlemeyi zevk edinen gönüllerin nesli tükenir mi?
Aşk diyârından efsâneler taşıyan dil¬ler susar mı?
Susmaz!
Kâh Yunus, kâh Aziz Mahmud Hüdai, kâh Galib Dede, kâh Ümmî Sinan…
İsimler değişse de öz aynı öz, mânâ ay¬nı mânâ.
Gül yine Hakk’ın tebessümü, yine Sevgili’nin, Resul’ün remzi ve yine ehlince besmeleyle koklanan çiçek.