Sait Başer, “Türkülerle İnanmak”, Damlalar, Ramazan Dergisi 2, Tercüman, İstanbul, 16.04.1988
Geldim şu dünyaya ıslah edeyim,
Özümü meydanda gördüm sonradan
diyen halk türkümüz, Hakk sevgisi ile yüklü Türk gönüllerden süzülüp gelen binlercesinden birisi…
Güzeller sultanı eyyy Muhammed Mustafa!
Mah yüzüne bir nikâp çek, ben yandım el yanmasın
diyen de öyle…
Milletimiz Hak Rasulü’ne âşık. Neslini ona adamış. Mehmetçik oluşu ondan. Tabiî ki türküsünde de söyleyecekti, Yûnus gibi ilâhisinde de:
“Muhammed’in kûsu çalınır bunda”
diyecek, hem de târihin zaman tünellerinden taşıyageldiği istiklâl âlâmeti KÖS’ü ona hasredecek, “Gülbank-ı Muhammedî” ile vurmaya başlayacaktı.
Başı dumanlanıp gaflete düşmek beşerin ezelî zaafı. Bu zaafa düşünce yine irfan diliyle başka bir türküden ses alacak, gönlünü akord edecekti:
“Güzel âşık çevrimizi çekemezsin demedim mi?
Bu bir rızâ lokmasıdır yiyemezsin demedim mi?”
Ammâ ki, bir ikazla dönülüverse insanlar ne çok rahat ederlerdi. Olmamış, olamamış, olmuyor da!..
İşte o zaman bir başka türkü gönül yaramızın başına başına mızrap vurur:
“Dünyâ sana kalır sanma
Engin ol gönül engin ol.”
Eh, uyanmak vaktidir. Türk’ün Müslüman gönlü uyanır, bir de bakar ki:
“Dağlar taşlar dostun adın çağırır.”
Dağlar taşlar çağırır da, o durur mu? Sazına sözüne, taşına tahtasına, kubbesine minâresine, kâğıdına kalemine, ezanına ninnisine, nakışına seccadesine… “Dost dost” dedirtir, “Hak dost” çığırtır.